Şule Öncü

Psikoterapist Şule Öncü İle

Psikoterapi ve Yeni Kitabı ‘Yatıyorum Bir Şey Diyor Musun’ Üzerine Röportajımız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şule hanım bize kendinizden ve yapmış olduğunuz çalışmalardan söz edermisiniz  ?

Psikoterapist ve yazarım. Yetişkin terapisi, çift ve aile terapisi, psikodrama grup terapisi, uzmanlık alanlarım. Edebiyat ve psikoterapi alanında yazıyorum. Kendi tasarımım olan Sinematerapi Atölyesini hazırlayıp sunuyorum.

Yakın zamanda “Yatıyorum bir şey diyor musun?” adlı yeni kitabınız yayınlandı. Kitapta hangi konulara, neden değindiniz ?

Kadın erkek ilişkilerinin kaderini belirleyen konulara değindim; bağlanma, yakınlık-mesafe, aşk, ayrılık, aldatma, ıssız ilişkiler, kadınlık-erkeklik halleri, sosyal medya ve çevrimiçi ilişkiler gibi.

Bir psikoterapist olarak ülkemizde kadınla erkeğin hem kendine hem de birbirine yabancı olduğunu gözlemliyorum.

Bu durum bireylerin ve ilişkilerin sağlığını olumsuz yönde etkiliyor.

Bu kitap vasıtasıyla kadınla erkek arasında biraz temizlik yapmak, bulanıklığı gidermek, sis perdesini aralamak ve görüşü netleştirmek istedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Sizce Toplum olarak Aşk ve Sekse nasıl bakıyoruz ?

Bu iki konuda da görüşler bulanık maalesef. Aşk hem peşinde koşulan hem de uzak durulan bir olgu. Toplum genelinde aileden ayrışma, farklılaşma süreçlerinde çok ciddi sorunlar yaşıyor ve gerçek anlamda bireyleşemiyoruz. Büyük çoğunluğun güvenlik üssü (kaç yaşına gelirse gelsin) anne ve babası. Dolayısıyla tam anlamıyla yetişkin olamayan bireylerin ilişkileri söz konusu. Yüzeysel, kaçak ve çocuksu ilişkiler yaşanıyor.Seks konusunda bilgisiz ve ön yargılı bir toplumuz.

Metropollerde yaşanan sözde cinsel özgürlük, içselleşmedi henüz. Seks, içten içe kirli bir eylem olarak görülüyor, suçluluk ve utançla yaşanıyor. Bazen de kişi kendine her şeyi hak görüp ötekini bir araç olarak kullanıyor. Orta yolu bulmakta zorlanıyor bireyler. Ve tabii, kadınla erkek arasında ciddi bir eşitsizlik ve çifte standart söz konusu. Bu durum, birbirini gereksinen iki cinsin, hem cinsel hem de duygusal ve düşünsel hatlarda karşılaşmalarına, birbirlerinin ihtiyacını karşılamalarına; aşka, sevgiye, sağlıklı ve sürdürülebilir ilişkiye engel teşkil ediyor.

Sinematerapi  Atölyeleri düzenliyorsunuz.  Bize biraz da bu çalışmanızdan söz eder misiniz?

Sinematerapinin benim yaptığım şekline; ‘tematik ve terapötik sinema seminerleri serisi’ diyebiliriz. Sinema ile psikoterapinin ortak sahasında; film izleme hazzıyla, içgörü ve farkındalık kazandıran psikolojik bilgiyi bir araya getirerek iyileştirici bir deneyim zemini oluşturmak istedim. Altı yıldır sürdürüyorum bu çalışmayı.

Atölyede hem başkalarıyla hem de kendimizle ve hayatla kurduğumuz ilişkileri belirleyen, dolayısıyla tüm yaşamımızı etkileyen ana temalar çerçevesinde çalışıyoruz; bağlanma, yakınlık-mesafe-sınırlar, aşk, aldatma, cinsellik, aile, ergenlik etkileri, kadınlık-erkeklik sorunları, uzun süreli ilişkilerin dinamikleri, hırs-tutku, yabancılaşma, depresyon, yaşam ve ölüm, hayatın anlamı gibi…

Her oturumda bir temayı ele alıyoruz, beş ila sekiz filmden sahneler izliyoruz. Her sahnenin ardından, psikoterapi alanındaki deneyimim ve bilgi sentezim çerçevesinde o sahneyi yorumluyorum. Bir durumu, sorunu ya da ilişkiyi anlamaya ve baş etmeye çalışırken neye, nasıl, neden, hangi perspektiflerden bakılabileceğini anlatıyorum. Katılımcılardan gelen soruları yanıtlıyorum.

Atölyede film sahnelerine hep birlikte gösterdiğimiz ilgi ve dikkat, gerçek hayata da yansıyor; işlevsel ve iyileştirici bir dikkat pratiğine dönüşüyor. Kişiyi kendine, yaşama ve başkalarına karşı daha açık, daha uyanık kılıyor. Kendi çözümlerini ve anlamlarını üretebilmesine, ilişkilerine yerleşebilmesine katkı sağlıyor.

Ayrıca bu dikkat, bir terapistin danışanına gösterdiği dikkat olduğundan, katılımcılar süreç içinde kendilerine ve ilişkilerine bir terapist gibi bakmayı, kendilerinin terapisti olmayı da deneyimliyorlar. Filmler, hikayeler, özdeşim üzerinden, dolayısıyla duygunun kaldırma kuvvetiyle çalıştığımız için, atölyede öğrenilenler kalıcı oluyor, duygusal zekâyı destekliyor.

Son olarak, psikoterapi almak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir  ? 

İyi bir terapinin etkileri nasıl ölçülür ?

Öncelikle doğru bilinen yanlışı düzeltmeli; psikoterapi sadece klinik rahatsızlığı olan ya da psikiyatrik tanı almış bireyler için değil, aynı zamanda sorunlarıyla, ilişkileriyle, hayatıyla baş etmekte zorlanan tüm bireyler içindir. Herkes hayatının bir döneminde psikoterapiye ihtiyaç duyabilir ve fayda görebilir.

İyi bir terapi, her şeyden önce kişiyi kendi sorunlarıyla baş edebilir hale getirir. Kişinin kendini gerçekleştirebilen bir yetişkin olmasını, kendi içindeki çocuğa yeterince iyi bir ebeveyn olabilmesini sağlar. Çaresiz, değersiz, yetersiz hisseden, korkan, kaygılanan, kederlenen içteki çocuğu sakinleştirebilen, yönlendirebilen, teselli edebilen şefkatli bir ebeveyn, terapi sürecinde kişinin iç dünyasında inşa olur ve gelişir. Kişi, iyi bir terapide, büyür, olgunlaşır, dengelenir, farkındalığı ve içgörüsü artar. Kendini daha çok bilen, hakim olabilen, hayatının ve ilişkilerinin altında kalmayan, düşünce kalkmaya ve yola devam etmeye cesaret edebilen bir yetişkin olur.

Şule hanım web sitemize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.Bundan sonraki çalışmalarınızda başarılarınızın devamını diliyoruz.

KÜLTÜR SANAT TURİZM

 

 

Share Button